ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

95

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّداً فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَاماً لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ عَفَا اللّهُ عَمَّا

سَلَف وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ

 

95. Ey iman edenler! Siz ihramdayken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse cezası, iki adil kimsenin hükmü ile, öldürdüğü hayvanın benzeri Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir. Yahut düşkünlere yemek yedirmek şeklindeki bir keffarettir. Veya bunun dengi oruç tutmaktır. Ta ki ettiğinin vebalini tatmış olsun. Allah, geçmiştekileri bağışlamıştır. Fakat, kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak galiptir, intikam sahibidir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı otuz başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayet-i Kerimenin Muhatapları ve Nüzul Sebebi:

2- Öldürmenin Mahiyeti:

3- Avı Öldürmenin ve Ondan Yemenin Cezası:

4- ihramlı Kimsenin Av Hayvanını Boğazlaması:

5- Av / Sayd:

6- Yırtıcı Hayvanlar Kara Avının Kapsamı içinde midir, Değil midir?:

7- ihramlı Kimselerin Hadis Nassı ile Öldürebilecekleri Sabit Olanlar:

8- ihramda Avlanma Yasağının Kapsamına Giren Mükellefler:

9- Harem Bölgeleri ve Medine'nin Harem Bölgesi

10- ihramlıyken Kasten, Unutarak ve Hata ile Avlanmanın Hükmü:

11- ihramlı Bir Kimse, Bir Çok Defa Av Hayvanı Öldürürse:

12- Kıraat Farkları:

13- İhramlı İken Avlanmanın Cezası Hangi Halde Sözkonusudur?

14- Cezası Gereken Av Hayvanları:

15- Avla Öldürülen Çeşitli Hayvanların Cezaları:

16- Av Hayvanlarının Yumurtaları Telef Edilirse:

17- Davarlardan Benzeri Bulunmayan Av Hayvanları:

18- Adil iki Kişinin Hükmü:

19- Hakemlerin ittıfak Etmeleri ve Görüş Ayrılıklarının Etkisi:

20- Öldürülen Avlara Karşılık Geçmişte Belirlenmiş Cezalar Nazar-ı itibara Alınır mı?:

21- Avı Öldürmüş Olan (Canı) Hakemlik Yapabilir mi?

22- Bir Topluluk Tek Bir Av Hayvanını Öldürürse:

23- ihramlı Olmayanların Harem Bölgesinde Av Hayvanları Öldürmeleri:

24- Ka'beye Ulaştırılacak Kurban:

25- ihramlıyken Avlanmanın Keffareti Olarak Yoksullara Yemek Yedirmek:

26- Öldürülen Hayvanın Kıymeti Ne Zaman Nazar-ı itibara Alınır?

27- Öldürülen Av Hayvanının Keffareti Nerede Yerine Getirilir?

28- Avlanma Keffareti Olarak Oruç Tutmak:

29- Bu Ceza Yaptığının Vebalini Tatması içindir:

30- Geçmişi Allah Affetmiştir. Tekrar Bu işe Dönenden de Allah intikam Alacaktır:

 

1- Ayet-i Kerimenin Muhatapları ve Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler" şeklindeki bu hitabı, erkek olsun, dişi olsun bütün müslümanlaradır. Buradaki yasak ise, Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler, Allah ... avdan ellerinizin ... erişebileceği bir şeyle sizi muhakkak deneyecektir"(el-Maide 94) ayetinde sözü geçen denemedir. Rivayet olunduğuna göre, Ebu'l-Yeser, ki, adı Amr b. Malik el-Ensari'dir. Hudeybiye yılında umre yapmak üzere ihrama girmişti. O sırada bir yaban eşeği öldürünce, onun hakkında: "Siz ihramda iken avı öldürmeyin" ayet-i nazil oldu.

 

2- Öldürmenin Mahiyeti:

 

Yüce Allah'ın: "Avı öldürmeyin" buyruğunda geçen öldürmek, canın çıkmasına sebep olan herbir fiildir. Bu da çeşitlidir. Boynunu kesmek, boğazını kesmek, boğmak, vurmak ve buna benzer. Böylece Yüce Allah, avlanmak hususunda ihramlı kimseye, canın çıkmasına sebep teşkil edecek hertürlü davranışı haram kılmış olmaktadır.

 

3- Avı Öldürmenin ve Ondan Yemenin Cezası:

 

Bir kimse, bir av hayvanını öldürse veya kesse, ondan yiyecek olsa, onu öldürmesi dolayısıyla tek bir ceza ödemesi gerekir. Yediği için bir ceza gerekmez. Şafii de bu görüştedir.

 

Ebu Hanife ise şöyle der: Ona, yediğinin cezasını da vermek düşer. Yani, onun kıymetini vermelidir. Ancak, iki arkadaşı (Ebu Yusuf ile Muhammed) ona muhalefet ederek şöyle derler: (Yemesinden dolayı) ona istiğfar etmekten başka birşey gerekmez. Zira o, bundan başka bir meyte yemiş gibidir. Bundan dolayı bir başka ihramlı kişi ondan yiyecek olsa, ona da istiğfardan başka bir şey düşmez.

 

Ebu Hanife'nin delili şudur: O, ihramı dolayısıyla kendisine yasak olan bir iş yapmıştır. Zira o av hayvanını öldürmek ihramın yasaklarındandır. Bilindiği gibi öldürmekten maksat o hayvanın etini yemektir. Eğer maksada kendisi vasıtasıyla ulaşılan şey, ihramının yasağı ise, ve bu onun için bir cezayı gerektirmekte ise, bizzat maksadın kendisini gerçekleştirmesi, cezalandırılması için daha uygundur.

 

4- ihramlı Kimsenin Av Hayvanını Boğazlaması:

 

Bize (Maliki mezhebine) göre, ihramlı bir kimsenin av hayvanını boğazlaması caiz değildir. Çünkü Yüce Allah, ihramlı olan kimseye av hayvanını öldürmeyi yasaklamıştır. Ebu Hanife de bu görüştedir.

 

Şafii ise der ki: İhramlı kimsenin av hayvanını boğazlaması, bir şer'ı kesimdir. O, bunu ileri sürerken şunları delil gösterir: Şer'ı kesim, ehliyete sahip bir kimseden -ki, o da müslümandır- sadır olmuştur. Ve bu kesim, mahalline izafe olunmuştur. Bunlar da davarlardır. O halde bu, onu yemeyi helal kılmak olan maksadını da gerçekleştirir. Bunun asıl dayanağı ise, ihramsız kimsenin kesebilmesidir.

 

Derim ki: Kesme işinin ehil kimseden sadır olduğuna dair iddianıza gelince, ihramda olan bir kimse, av hayvanını kesme ehliyetine haiz değildir. Zira ehliyet, akla dayanılarak tesbit edilen bir durum değildir. Bunu belirleyen şeriattır. Bu da, şeriatın kesime izin vermesiyle yahut da bunu reddetmesiyle anlaşılır. Reddetmek de kesmenin yasaklanmasından anlaşılır. İhramlı olan kimseye ise, av hayvanını kesmesi yasak kılınmıştır. Çünkü Yüce Allah: "İhramda iken avı öldürmeyin" diye buyurmaktadır. Böylelikle bu nehiy sebebiyle ehliyet sözkonusu olmamaktadır. Diğer taraftan, bu maksadını gerçekleştirmektedir, sözünüze gelince, bizler ihramlı bir kimsenin av hayvanını kesmesi halinde onun, o av hayvanından yemesinin helal olmayacağını ittifakla kabul ediyoruz. Ancak, size göre ondan başkası o av hayvanından yiyebilir. Eğer hayvanı kesmek, kesen için helal olması gibi bir fayda sağlamıyor ise, ondan başkasına böyle bir fayda sağlamaması öncelikle sözkonusudur. Çünkü fer' hükümleri itibari ile aslına (yani, kıyasta ikinci önerme birinci önermenin hükümlerine) tabidir. Dolayısı ile, asıl için sabit olmayan şeylerin fer' için sabit olması sahih olamaz.

 

5- Av / Sayd:

 

Yüce Allah'ın: "Av'' buyruğu, mastar olup, isim gibi muamele görmüştür. Avlanılan hayvan hakkında kullanılmıştır. Burada "av" lafzı ister kara, ister deniz av hayvanı olsun, hepsi hakkında umumidir. Nihayet Yüce Allah'ın: "İhramda bulunduğunuz sürece de kara avı size haram kılındı" buyruğu gelince, bu buyrukla Yüce Allah deniz avını mutlak olarak mübah kıldı. Nitekim, Yüce Allah'ın izniyle, bundan sonraki ayet-i kerimede buna dair açıklamalar gelecektir.

 

6- Yırtıcı Hayvanlar Kara Avının Kapsamı içinde midir, Değil midir?:

 

Yırtıcı hayvanların, kara avı kapsamının dışında olup ondan tahsis edilip edilmediği hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.

Malik der ki: Kedi, tilki, sırtlan ve buna benzer saldırgan olmayan bütün yırtıcı hayvanları ihramlı bir kimse öldüremez. Öldürecek olursa karşılığında fidyesini öder. Yine Malik der ki: Küçük sinekleri de ihramlı kimsenin öldürmesini uygun görmedim. Öldürecek olursa onların da fidyesini öder. Bunlar ise, karga yavruları gibi değerlendirilir.

 

Bununla birlikte, insanların üzerine çoğunlukla saldıran hayvanların öldürülmesinde bir mahzur yoktur. Aslan, kurt, kaplan ve pars gibi. Aynı şekilde yılan, akrep, fare, karga ve çaylakın öldürülmesinde de bir mahzur yoktur. İsmail der ki: Bu ise, Hz. Peygamber'in şu buyruğu dolayısıyladır: "Beş fasık vardır ki bunlar, Harem bölgesinde de Harem bölgesinin dışında da öldürülürler.''" Peygamber bunlara, "fasıklar" diye ad vermiş ve onları yaptıkları fiillerle vasfetmiştir. Çünkü, fasık, fıskın ism-i failidir. Küçüklerinin bu gibi davranışları yoktur. Köpeği saldırgan olmakla nitelendirmiştir. Köpek ya vruları ise saldırmazlar. O bakımdan köpek yavruları bu sıfatın kapsamı içerisine girmezler.

 

Yine kadı İsmail der ki: Saldırgan köpek, insanlara zararı büyük olan hayvanlardandır. Yılan ve akrep de bu kabildendir. Çünkü bunlardan korkulur. Çaylak ve karga da böyledir. Çünkü bunlar insanların elinden eti kapıp gider.

 

İbn Bukeyr der ki: Akrebin öldürülmesine izin verilmesi, akrebin iğne ve zehirinin bulunmasından dolayıdır. Farenin öldürülmesine izin verilmesi ise, yolcu için hayati önemi olan su kabı ile ayakkabıları kemirmesinden dolayıdır. Karga ise, deve üstüne kendisini bırakır ve devenin etini gagalayıp sırtını oyar.

 

Malik'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Karga "e çaylak, zarar "ermeleri hali dışında öldürülmezler. Yine kadı İsmail der ki: Eşek arısı hakkında görüş ayrılığı vardır. Kimisi onu yılan ve akrebe benzetmiştir. Eğer, eşek arısı insanlara kendiliğinden saldırmayan bir hayvan olmasaydı, onlar için yılan ve akrepten daha çetin olurdu. Şu kadar var ki, yılan ve akrepinki kadar onun tabiatında saldırganlık yoktur. Hatta eşek arısı, rahatsız edilecek olursa kendisini korumaya çalışır. (Yine Kadı İsmail) der ki: Bir kimseye eşşek arısı gelir de, o da kendisini ona karşı savunacak olursa, onu öldürmekten dolayı ona birşey düşmez. Ömer b. el-Hattab'dan eşek arısının öldürülmesinin mübahlığına dair rivayet sabit olmuştur.

 

İmam Malik ise der ki: Eşek arasını öldüren bir kimse, birşeyler yedirir. Yine Malik, pire, sinek, karınca ve benzeri hayvanları öldüren hakkında da aynı şeyleri söylemiştir.

Rey Ashabı derler ki: Bütün bunları öldürenlere birşey düşmez. Ebu Hanife de der ki: İhramlı bir kimse, yırtıcı hayvanlar arasından yalnızca saldırgan köpeği ve kurtu öldürür. İster ilk saldıran bu hayvanlar olsun, ister bunlara ilk saldıran ihramlı olsun farketmez. Bunların dışında yırtıcı hayvanlardan herhangi birisini öldürecek olursa, onun fidyesini verir.

 

Yine Ebu Hanife der ki: Şayet köpek ve kurtun dışında herhangi bir yırtıcı hayvan ilk olarak ihramlıya saldıracak olursa, ihramlı da onu öldürürse, ihramlıya birşey düşmez. Yine yılan, akrep, karga ve çaylağı öldürmekten dolayı da ona birşey düşmez. Ebu Hanife ve arkadaşlarının -Züfer müstesna- özetle görüşleri böyledir. el-Evzai, es-Sevrı, el-Hasen de böyle demişlerdir. Delil olarak da Peygamber (s.a.v.)'ın, bazı hayvanları muayyen olarak özellikle zikredip zararları dolayısıyla ihramlı kimsenin bunları öldürmesine ruhsat vermiş olmasını göstermişlerdir. O bakımdam bunlara herhangi bir hayvanı daha ilave etmenin izah edilir bir tarafı olamaz. Ancak, herhangi bir şey üzerinde icma edecek olurlarsa, bu da onların (Hz. Peygamber'in muayyen olarak öldürme ruhsatı verdiği hayvanların) kapsamı içerisinde değerlendirilir.

 

Derim ki: Ebu Hanife'ye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- gerçekten hayret edilir. O, kile ile ölçülme illeti dolayısıyla toprağı da buğday gibi değerlendirdiği halde, fısk ve saldırganlık illeti dolayısıyla diğer saldırgan yırtıcı hayvanları köpeğe kıyas etmemekte; Malik ve Şafii (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun)'nin yaptığı değerlendirmeyi yapmamaktadır.

 

Züfer b. el-Hüzeyl de der ki: İhramlı kimse yalnızca kurtu öldürebilir. İhramlı olduğu halde kurttan başka hayvan öldüren kişinin, ister bu hayvan ilk saldıran olsun, ister ilk saldıran olmasın fidye ödemesi gerekir. Çünkü, bu hayvan dilsiz (acma) bir hayvandır ve onun yaptığı bir hederdir. Aksini kabul etmek konu ile ilgili hadisi reddetmektir ve ona muhalefet etmektir.

 

Şafii ise der ki: Eti yenmeyen her bir hayvanı, ihramlı kimse öldürebilir.

Bunların küçükleri ile büyükleri arasında fark yoktur. Bunlardan kurt ile sırtlandan doğma, melez yavru müstesnadır. Şafii der ki: Akbaba, hamamböceği maymun, şempanze ve etleri yenilmeyen hayvanlarda birşey yoktur. Çünkü bunlar av hayvanları arasında değildir. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "ihramda bulunduğunuz sürece de kara avı size haram kılındı" (el-Maide, 96) İşte bu da ihramlılara haram kılınan avların, ihrama girmeden önce helal olan avlar olduğunu göstermektedir. Bu ifadeyi Şafii'den elMüzenı ve er-Rabi' nakletmiştir.

 

Denilse ki: Eziyet vermekle ve yenmemekle birlikte bitin neden fidyesini vermek gerekir? Buna şöyle cevap verilir: Bitin fidyesini ödemenin tek sebebi, tırnak, saç gibi şeyler ile ihramlının giymemesi gereken şeyi giymesi karşılığında vermesi gereken fidye kadar vermesi gereğidir. Çünkü bitin atılması suretiyle eğer baş ve sakalında bulunuyor ise, kendi üzerinden rahatsız edici bir şeyi atmış olur. O, böylelikle sanki saçının bir bölümünü atmış gibidir. Şayet bit, açıkta görülür ve öldürülecek olursa, bu durumda bitin bir eziyeti de olmaz. Bu hususta Ebu Sevr'in görüşü, Şafii'nin görüşüdür. Bunu da Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) söylemiştir.

 

7- ihramlı Kimselerin Hadis Nassı ile Öldürebilecekleri Sabit Olanlar:

 

Hadis imamları, İbn Ömer'den Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu naklederler: "Beş canlı hayvan vardır ki, ihramlı için bunları öldürmekte bir vebal yoktur: Karga, çaylak, akrep, fare ve saldırgan köpek." Lafız Buhari'nindir. Ahmed ve İshak da bu görüştedir.

 

Müslim'in kitabında da Hz. Aişe'den, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Beş fasık (bozguncu hayvan) vardır ki, bunlar Harem bölgesinin dışında da, Harem bölgesinin içinde de öldürülürler: Yılan, alaca karga, fare, saldırgan köpek ve çaylak."

 

İlim ehlinden bir gurup da bu hadis gereğince görüş belirtmiş ve şöyle demişlerdir: Kargalardan yalnızca alaca olanı öldürülebilir. Çünkü, hadisteki ifade mutlak olanı kayıtlamaktadır.

 

Ebu Davud'un Sünen'inde de Ebu Said el-Hudri'den, Peygamber (s.a.v.)'ın:

"Ve kargaya ok atar fakat onu öldürmez" diye buyurmaktadır.

 

Mücahid de bu görüştedir. Cumhur ise, İbn Ömer hadisi gereğince görüş belirtmişlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Ebu Davud ile Tirmizi'deki rivayette ise, saldırgan yırtıcı hayvan da yer almaktadır. İşte bu da (bunların öldürülmesine müsaade edilmesinin, illetine) dikkat çekmektedir.

 

8- ihramda Avlanma Yasağının Kapsamına Giren Mükellefler:

 

Yüce Allah'ın: "Siz ihramda iken" buyruğu, erkek kadın, hür ve köle hakkında umumidir. Çünkü, "İhramlı erkek, ihramlı kadın" denilir. Bunun çoğulu da" (...): İhramlılar" şeklinde gelir.

 

Harem bölgesine giren kimse, ifadesi hem zamanı, hem mekanı, hem ihramlı olma halini umum yoluyla değil de müşterek lafız olmak bakımından kapsamaktadır. Mesela: Haram aylara veya Haram bölgesine giren, yahut da ihram elbisesini giyen bir kimse hakkında müşterek olarak: (...) tabiri kullanılır. Şu kadar var ki, zaman itibariyle Haram aylarına girmenin haram kılınışının nazar-ı itibara alınmayacağı icma ile kabul edilmiştir. Geriye yalnızca mekan ve ihramlı olma hali mükellefiyetin aslı olarak kalmaktadır. Bu açıklamayı, İbnü'l-Arabi yapmıştır.

 

9- Harem Bölgeleri ve Medine'nin Harem Bölgesi

 

Mekan olarak Harem bölgeler iki tanedir. Medine Harem bölgesi ile, Mekke Harem bölgesi. Şafii ise, Taif Harem bölgesini de bunlara ilave etmiştir. Ona göre, Taif'in de ağacı kesilmez, avı avlanmaz. Bununla birlikte bunlardan herhangi birisini yapanın da bir cezası yoktur.

 

Medine Harem bölgesinde ise, hiçbir kimsenin avlanması, oranın ağaçlarını kesmesi, Mekke hareminde olduğu gibi, caiz değildir. Böyle bir iş yapacak olursa, Malik, Şafii ve arkadaşlarına göre yapana herhangi bir ceza düşmez. İbn Ebi Zi'b, ceza ödemesi gerekir demektedir. Sa'd ise şöyle demektedir: Buna verilecek ceza: üzerindeki eşyanın alınmasıdır. Bu görüş Şafii'den de rivayet edilmiştir.

 

Ebu Hanife ise der ki: Medine bölgesinin avını avlamak haram değildir.

Ağaçlarını kesmek de böyle. Onun görüşünü kabul eden bazı kimseler, onun lehine Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle dediğine dair naklettiği hadisi delil göstermişlerdir: "Her kimi, Medine sınırları içerisinde avlanır, yahut oranın ağaçlarını keserken görecek olursanız, onun beraberindeki eşyalarını alınız." Nitekim, Sa'd da bu şekilde davrananın beraberindeki eşyalarını (selebini) almıştır. (Ebu Hanife) der ki: Fukaha, Medine'de avlanan kimsenin beraberindeki eşyalarının alınmayacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Bu ise, bu hadisin mensüh olduğuna delalet etmektedir. Yine Tahavi, böyle diyenlerin lehine Enes hadisini delil göstermiştir. Hz. Peygamber "en-Nuğayr ne yaptı?" diye sormuş, kuş avlanmasını ve kuşu yakalamasını tepki ile karşılamamıştır. 

 

Ancak, bütün bunlarda delil olacak bir taraf yoktur. Birinci hadis pek kuvvetli bir hadis değildir Diğer taraftan sahih olduğu kabul edilse bile, avlanan kimsenin beraberindeki eşyaların alınmasının nesh edilmesi, Medine bölgesinin Haremi ile ilgili sahih olan hadisleri ortadan kaldıramaz. Çünkü, nice haram şey vardır ki, dünyada onun için bir ceza yoktur. İkinci hadise gelince bu, harem bölgesi dışında avlanmış olabilir. Hz. Aişe yoluyla gelen hadis de böyledir. Bu hadiste belirtildiğine göre Rasulullah (s.a.v.)'a ait bir yabani hayvan vardı. Rasulullah dışarı çıktı mı, bu hayvan oynar, hızlıca koşuşur, gider gelirdi. Fakat Resulullah (s.a.v.)'ın geldiğini fark eder etmez, olduğu yerde durur ve ona eziyet verir korkusu ile hareketsiz yerinde dururdu.

 

Bizim bunlara karşı delilimiz, Malik'in İbn Şihab'dan, onun, Said b. el-Müseyyeb'den rivayetine göre, Ebu Hureyre'nin şu sözleridir: Ben, ceylanları Medine'de otlar görecek olursam, onları rahatsız etmem. (Çünkü), Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "(Medine'nin) iki kara taşlığı arası, Haram bölgedir."

 

Ebu Hureyre'nin: Ben onları ürkütmem, rahatsız etmem, şeklindeki ifadesi, Medine Haremi çevresinde av hayvanlarını ürkütüp korkutmanın caiz olmadığına delildir Tıpkı Mekke Hareminde av hayvanlarını ürkütüp korkutmanın caiz olmadığı gibi. Aynı şekilde Zeyd b. Sabit de Şurahbil b. Sa'd'ın Medine'de avlamış olduğu ve elinde bulundurduğu göçeğen kuşunu almış olması da, ashab-ı kiramın Medine bölgesindeki av hayvanlarının haram kılınışı hususunda Resulullah (s.a.v.)'ın maksadını iyice kavramış olduklarına ve Medine'de avIanmayı da, avlanılan hayvanları mülk edinmeyi de caiz görmediklerine bir delildir

 

İbn Ebi Zi'b'in, (Medine'de avlanan ceza verir şeklindeki) görüşüne gösterdiği dayanak ise, Hz. Peygamber'den gelip, Sahih'te yer alan şu buyruğudur: "Allah'ım, şüphesiz İbrahim Mekke'yi Haram bölge ilan etti. Ben de Medine'yi o, ne ile Mekke'yi haram kılmış ise, ben de onun gibi ve onunla birlikte bir o kadar fazlası ile haram kılıyorum. (Medine'nin) bitkisi koparılmaz, ağacı kesilmez ve av hayvanı ürkütülmez."

 

Diğer taraftan, Medine haremi de avlanmanın yasak kılındığı bir Harem bölgedir O halde Mekke hareminde olduğu gibi, bu bölgede yapılan avın da cezası ödenmelidir Kadı Abdulvehhab der ki: Bu görüş, benim kanaatime göre bizim (Maliki) mezhebimiz usullerine en uygun bir kıyastır. Özellikle bizim mezheb alimlerimize göre Medine, Mekke'den daha faziletlidir. Yine, Medine'de kılınan namaz, Mescid-i Haram'da kılınan namazdan daha faziletlidir.

 

Malik ve Şafii'nin Medine hareminde avlanan kimse hakkında ceza hükmü ve -Şafii'nin meşhur olan görüşüne göre- beraberindeki eşyasının alınmayacağı hükmünün verilmeyişine dair gösterdikleri deliller arasında Hz, Peygamber'in Sahih'te yer alan şu buyruğunun genel ifadesi de vardır. "Medine'nin Ayr dağı ile Sevr dağı arasındaki bölgesi (harem bölgesidir). Kim orada bir suç işler, yahut cinayet işlemiş birisini barındıracak olursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun, Allah, Kıyamet gününde ondan herhangi bir hayır amelini ve fidyesini kabul etmesin," Görüldüğü gibi burada Hz, Peygamber oldukça ağır tehditte bulunmuş, fakat bir keffaretten söz etmemiştir.

Sa'd'dan nakledilene gelince bu, Sa'd'a has bir görüştür. Çünkü, Sahih'te ondan rivayet olunduğuna göre, o, el-Akikideki köşküne binip gittiği sırada, bir kölenin bir ağacı kesmekte -ya da meyvesini silkelemekte- olduğunu görür, o da beraberinde ne varsa ondan alır. Sa'd geri dönünce, bu köle sahipleri yanına gelip onunla kölelerinden aldıklarını, kölelerine ya da kendilerine vermesi için konuşurlar. Sa'd ise: Rasulullah'ın bana ganimet olarak vermiş olduğu bir şeyi vermekten Allah'a sığınırım diyerek, köleden aldıklarını geri vermeyi kabul etmedi, İşte Sa'd'ın "bana verdiği ganimeti" şeklindeki sözünün zahirinden anlaşılan, bunun ona has olduğudur, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

10- ihramlıyken Kasten, Unutarak ve Hata ile Avlanmanın Hükmü:

 

"İçinizden kim onu bilerek öldürürse" buyruğunda Yüce Allah, kasten avı öldüreni sözkonusu etmekte, fakat hata ederek ve unutarak avlanandan söz etmemektedir. Burada kasten avlanandan kasıt, ihramlı olduğunu bilmekle birlikte bir ava kastedendir. Hata eden ise, kastı başka bir şeye olmakla birlikte ava isabet ettirendir. Unutan ise, avı kastetmekle birlikte ihramlı olduğunu hatırlamayan kimsedir. Bu hususta ilim adamlarının beş ayrı görüşü vardır.

 

1. Darakutni'nin senedini kaydederek İbn Abbas'tan şöyle dediğine dair rivayeti: "Keffaret, ancak kasten avlanmaktadır. Hata yoluyla avlanmakta cezayı ağırlaştırmaları ise, bir daha bu işe tekrar dönmemeleri içindir." (Darakutni, II, 245)

 

2. Yüce Allah'ın: "Bilerek (kasten)" diye buyurması, çoğunlukla görünen hale binaen buyrulmuştur. Şeriat usulünde olduğu gibi, nadir olan da buna ilhak edilmiştir (aynı hükme tabi görülmüştür).

 

3. Hata edene ve unutana birşey düşmez. Taberi ve kendisinden nakledilen iki rivayetten birisinde Ahmed b. Hanbel bu görüştedir. Bu görüş, İbn Abbas ve Said b. Cübeyr'den de rivayet edildiği gibi, Tavus ve Ebu Sevr de böyle demiştir. Davud'un görüşü de budur. Ahmed şöylece görüşüne delil göstermektedir: Şanı Yüce Allah'ın, özel olarak bilerek ve kasten avlananı sözkonusu etmesi, böyle olmayanları farklı hükme tabi olduğunun delilidir. Şunu da ilave eder: asl olan, zimmetin beraetidir. Dolayısıyla her kim, zimmetin herhangi bir hakla meşgul olduğunu iddia edecek olursa, delil getirmesi gerekir.

 

4. İster kasten, ister hata, isterse de unutarak avlansın, onun aleyhine ceza vermekle hüküm edilir. Bu görüşü İbn Abbas ileri Sürmüştür. Ayrıca, Ömer, Tavus, el-Hasen, İbrahim ve ez-Zühri'den de rivayet edilmiştir. Malik, Şafii, Ebü Hanife ve arkadaşları da bu görüştedirler. ez-Zühri der ki: Kasten avlanmada ceza Kur'an ile öngörülmüştür. Hata ve unutarak avlanmada ceza ise sünnet gereği öngörülmüştür. İbnü'l-Arabi der ki: Eğer sünnetten kastı, İbn Abbas'tan ve Ömer'den varid olan rivayetler ise mesele yok. Ve zaten onlardan gelen bu rivayetler örnek olarak ne kadar güzeldir.

 

5. Av hayvanını kasten öldürmesi, ihramlı olduğunu unutarak öldürmesi demektir. -Bu, Mücahid'in görüşüdür. Çünkü Yüce Allah, bundan sonra: "Kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam. alır" diye buyurmuştur. (Mücahid) devamla der ki: Eğer ihramlı olduğunu hatırlayarak avlanacak olursa, ilk defa ona ceza vermek gerekirdi. İşte bu da Yüce Allah'ın, ihramını unutarak, fakat av hayvanını öldürmeyi kastederek avlandığının sözkonusu edildiğine delil olmaktadır. Mücahid der ki: Eğer ihramlı olduğunu hatırlayarak avlanırsa, artık o, ihramdan çıkar ve onun haccetmesi sözkonusu olmaz. Çünkü o, ihramlı halinde yasak olan bir iş işlemiştir. Tıpkı namazda iken konuşması veya abdest bozacak bir durumu olması halinde olduğu gibi, haccı da batıl olur. İşte hata ederek avlanan kimseye cezanın faydası vardır.

 

Bizim, Mücahid'e karşı delilimiz ise şudur: Şanı Yüce Allah, ceza vermeyi öngörmüş, fakat fesaddan söz etmemiştir. Dolayısıyla kişinin, ihramlı olduğunu hatırlaması ile unutması arasında bir fark yoktur. Haccı namaza kıyas etmek de doğru olamaz. Çünkü bunlar birbirlerinden farklı şeylerdir. Yine Mücahid'den bu şekilde kasti olarak av hayvanını öldüren ihramlı aleyhine ceza hükmü verilmeyeceğini, Allah'tan mağfiret dileyeceği ve haccının da tamam olacağını söylediği de rivayet edilmiştir. İbn Zeyd de bu görüştedir.

 

Davud (ez-Zahiri)'ye karşı delilimiz ise şudur: Peygamber (s.a.v.)'a, sırtlan hakkında soru sorulmuş, o da: "O bir av hayvanıdır" buyurmuş, böylelikle ihramlı bir kimse avladığı takdirde onun yerine bir koç fidye vermesini emretmiş ve orada kasıt veya hatadan sözetmemiştir.

 

Bizim (Maliki) mezhebimizin ilim adamlarından olan Bukeyr der ki: Şanı Yüce Allah'ın: "Bilerek" diye buyurması, kasten öldürülmesi halinde keffaret belirlemediği Ademoğluna benzemediğini, av hayvanında keffaretin sözkonusu olduğunu ve bununla hata yoluyla öldürmede cezayı kaldırmayı kastetmediğini açıklamak içindir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

11- ihramlı Bir Kimse, Bir Çok Defa Av Hayvanı Öldürürse:

 

İhramlı olduğu halde, arka arkaya av hayvanı öldürecek olursa, Malik, Şafii, Ebu Hanife ve diğerlerinin görüşlerine göre, her bir öldürmesi karşılığında aleyhine ceza vermesi hükmü verilir. Çünkü Yüce Allah: "Ey iman edenler! Siz İhramda iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse, cezası ... öldürdüğü hayvanın benzeri bir hayvan kurban etmektir" diye buyurmaktadır.

 

Bu buyrukta yasak, ihramlı hakkında süreklidir. O ihramda kaldığı sürece bu yasak da devam etmektedir. O bakımdan, ne vakit bir hayvan öldürürse, bundan dolayı onun bir ceza ödemesi gerekir.

 

İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: İslamda onun aleyhine iki defa ceza vermesi hükmü verilmez. Aleyhine yalnızca bir ceza vermesi hükmü verilir. İkinci bir defa bu işi tekrarlayacak olursa, aleyhine hüküm verilmez. Ona: Allah senden intikam alır, denilir. Çünkü Yüce Allah: "Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır" diye buyurmuştur. elHasen, İbrahim, Mücahid ve Şureyh de bu görüştedir.

 

Bunlara karşı delilimiz ise, sözünü ettiğimiz şekilde onun ihramda kaldığı sürece bu avlanmanın haramlığı hükmünün devam etmesi ve İslam dininde onun aleyhine bu şekilde hitabın yöneltilmiş olmasıdır.

 

12- Kıraat Farkları:

 

Yüce Allah'ın: "Cezası ... öldürdüğü hayvanın benzeri ... dir" buyruğunda, dört ayrı kıraat vardır. (Birincisi): .. (...) şeklinde, birinci kelime olan cezanın merfu' ve tenvinli okunması. ikinci kelimenin de sıfat olmak üzere ötreli gelmesi. Bu durumda haber ise saklıdır. İfadenin takdiri ise şöyledir: ''Ona. öldürdüğü hayvanın benzeri bir ceza vacib olur." Bu kıraate göre "benzer"in bizzat cezanın kendisi olması gerekir.

 

İkinci kıraat (...)'ın merfu' ve tenvinsiz olarak. (...)'nin de izafet ile okunmasıdır. Yani ona, öldürdüğünCm benzeri ceza vardır. Bu halde: (y..) fazladan gelmiştir. Konuşma anında; (...): Ben senin gibisine ikram ediyorum, deyip de bununla; (...):

Ben de sana ikram ediyorum demek istemesine benzer. Bunun bir benzeri de şanı Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır:

 

"Bir ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimse) içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir?" (el-En'am, 122) İfadenin takdiri ise, (...): Karanlıklardaki kimse gibi midir? şeklindedir. (Yani, ayet-i kerimede yer alan ve ikinci bir benzetmeyi ifade eden mesel kelimesinin zaid geldiğini kastetmektedir). Yüce Allah'ın şu buyruğu da böyledir: ''Onun benzeri gibi hiçbir şey yoktur.'' (eş-Şura, 11) Yani, onun gibi hiçbir şey yoktur. Bu kıraate göre, öldürülen avın cezasının, onun benzerinden başkasının olmasını gerekmektedir. Zira, hiçbir şey kendi kendisine izafe edilmez. Ebu Ali de der ki: Ceza olarak verilmesi gereken öldürülenin karşılığıdır. Yoksa, öldürülenin benzeri ceza olarak verilmez. İzafet ise, mislin karşılığının ceza olarak verilmesini gerektirir. Öldürülenin cezasını değiL. Bu. ileride de geleceği gibi Şafii'nin görüşüdür.

 

Yüce Allah'ın: "Hayvanın" buyruğu, her iki kıraate göre de "ceza"nın sıfatıdır.

el-Hasen ise, (...) şeklinde "ayn" harfini sakin olarak okumuştur ki, bu da bir şivedir. Abdurrahman ise, (...) şeklinde, ref ile ve tenvinli olarak; (...) kelimesini ise mansub olarak okumuştur. Ebu'l-Feth der ki: (...) kelimesinin mansub olması, bizzat "ceza" kelimesi iledir. Anlamı da: Öldürdüğünün benzerini ceza olarak verir, şeklinde olur.

 

İbn Mes'ud ve el-A'meş ise, "he" zamirini izhar ederek; (...): Onun cezası... benzeri ... dir" diye okumuşlardır. Bu zamirin, ava yahut da avı öldüren avcıya ait olması muhtemeldir.

 

13- İhramlı İken Avlanmanın Cezası Hangi Halde Sözkonusudur?

 

Ceza, Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi, av hayvanını bizzat yakalamakla değil de onu öldürmekle vacib olur. el-Müdevvene'de şöyle denilmektedir:

 

Kim bir kuş avlar da onun tüylerini yolsa, sonra da onu bir yerde alıkoysa,

o kuşun tüyleri bitip uçsa, bu kuşu avlayana bir ceza düşmez.

 

Aynı şekilde bir av hayvanın ön ayağını yahut arka ayağını, ya da organlarından herhangi birisini koparsa ve ölmezse sağlığına kavuşup diğer av hayvanlarına katılacak olsa, avcıya birşey düşmez. Ona, o av hayvanına verdiği eksiklik kadar bir ceza vermesi gerekir, de denilmiştir.

 

Eğer av hayvanı kaybolup ne yaptığını bilemeyecek olursa, onun tam cezasını ödemesi gerekir. Av hayvanı kötürümleşip diğer hemcinslerine katılamayacak olursa yahut da onun için durumun tehlikesinden korkulacak bir halde bırakırsa, o hayvanın tam olarak cezasını ödemesi gerekir.

 

14- Cezası Gereken Av Hayvanları:

 

Cezası gereken av hayvanları, karada yaşayan hayvanlar ile kuşlar olmak üzere iki türlüdür. Karada yaşayan hayvanlardan, hılkat ve şekil itibariyle benzeri olanı ile cezalandırılır. O bakımdan, deve kuşunda büyük baş hayvanı, yaban eşeği, yaban öküzü karşılığında inek, ceylanda da koyun ceza olarak kesilir. Şafii de bu görüştedir.

 

Malik'e göre, ceza olarak yeterli olan asgari miktar, mümkün olan ve kurban edilebilen hediye kurbanıdır. Bu ise, koyun ve keçi türünden bir yaşında, onun dışındaki büyük başlardan ise seniy (inek türü için üç yaşında, deve için altı yaşında)dir. Cezası bu seviyeye ulaşmayanların karşılığında ya yemek yedirilir, yahut oruç tutulur.

 

Bütün güvercin türlerinde -Mekke güvercini müstesna- kıymetleri fidye olarak verilir. Ancak Mekke güvercini karşılığında bu hususta selefe uyularak bir koyun verilir. Dubsi (kara tüylü bir kumru çeşidi), üveyik kuşu ve kumru ile boynunda gerdanlığı andıran renkli tüyleri bulunan bütün kuşların hepsi de güvercin gibidir. İbn Abdilhakem'in, Malik'ten naklettiğine göre, Mekke güvercinleri ile yavruları karşılığında bir koyun ceza kurbanı kesilir. Yine Malik der ki: Bütün Harem bölgesinin güvercinleri de böyledir. Ancak, Harem bölgesi dışındaki güvercinlerde bilirkişi takdirine göre ceza verilir.

 

Ebu Hanife der ki: Avlanan hayvanın misli, kıymette muteberdir. Hılkatte değiL. O bakımdan, avlanan hayvanın öldürüldüğü yerde o av satılmıyor ise, ona en yakın olan yerde dirhem olarak kıymeti belirlenir. O da bu kıymet ile dilediği takdirde bir hediye kurbanı satın alır. Yahut dilerse onunla yiyecek alır ve herbir yoksula dilediği takdirde yarımşar sa' buğday, yahut arpa veya hurmadan da birer sa' yedirir.

 

Şafii ise, öldürülen avın mislinin davarlardan takdir edilmesi gerektiği görüşündedir. Nasıl ki telef edilen birşeyin mislinin kıymeti nazar-ı itibara alınıyorsa, bunda da mislinin kıymeti tesbit edilir. Eşyanın kıymeti alındığı gibi, burada da öldürülen hayvanın mislinin kıymeti esas alınır. Çünkü, vücutta asl olan misildir. Bu da gayet açıktır. İşte; (...) şeklindeki izafetle kıra at de buna göre açıklanır.

 

Ebu Hanife delil göstererek der ki: Eğer, deve kuşunda büyük baş hayvan, yaban eşeğinde inek ve ceylanda bir koyun şeklinde hılkat bakımından benzerlik muteber olsaydı, ayet-i kerimede cezayı tesbit etmek, o hususta hüküm verecek adaletli iki kişinin hükmüne bağlı bırakılmazdı. Çünkü bu, bilinmiş olduğundan ayrıca görüş belirtip üzerinde düşünmeye gerek olmazdı. Adil kişilerin takdirine ve konu üzerinde düşünmeye ihtiyaç duyulan şey, belirtip içinden çıkılması zor ve konu ile ilgili bakış açılarının farklı olduğu şeylerde sözkonusudur. Bizim ona karşı delilimiz, Yüce Allah'ın: "Cezası ... öldürdüğü hayvanın benzeri ... kurban etmektir" ayetidir. Benzerlik, zahiri itibariyle yaratılış ve suret bakımından benzerliği gerektirir. Mana bakımından benzerliği gerektirmez. Diğer taraftan Yüce Allah: "Öldürdüğü hayvanın benzeri" diye buyurmakla, benzerin cinsini beyan etmekte, bundan sonra ise "içinizden ... iki adil kimsenin hükmü ile" diye buyurmaktadır ki, burada hakkında hüküm verilecek olana ait olan zamir, hayvanın benzerine racidir. Çünkü, bundan önce zamirin kendisine raci olacağı ondan başka herhangi bir şeyden söz edilmemiştir. Daha sonra ise: "Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" diye buyurulmaktadır. İşte kurban edinilmesi düşünülebilen hayvan, öldürülen hayvanın misli olmaktadır. Kıymete gelince, kıymetin hediye kurbanı olması düşünülemez. Aynı ayet-i kerimede ondan söz edilmiş değildir. O halde, bizim zikrettiğimiz hususun doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Allah'a hamd olsun.

 

Onların: Eğer benzerlik muteber olsaydı, bu konuda hüküm vermek adil kişilere bırakılmazdı, şeklindeki sözlerine de şöyle cevap verilir: Adil kişilerin verecekleri hükmün muteber olması, av hayvanının küçüklük ve büyüklük gibi durumlarının, cinsinden davar bulunan ile, bulunmayanın tesbit edilmesi ile, hakkında nassın sözkonusu olduğu hayvanları, nassın sözkonusu olmadığı hayvanlara ilhak edilip edilmemesi içindir.

 

15- Avla Öldürülen Çeşitli Hayvanların Cezaları:

 

Bir kimse, Mekke'den ihrama girerek, evinin kapısını içeride güvercin yavruları bulunduğu halde kapatacak olur da bu yavrular ölecek olursa, her bir yavruya karşılık bir koyun kurban keser.

 

Malik der ki: Av hayvanlarının küçüklerindeki ceza da büyüklerindeki ceza gibidir. Bu, aynı zamanda Ata'nın da görüşüdür. Malik'e göre, hiçbir hayvanın sütten yeni kesilmiş dişi oğlak veya dört aylık kuzu ise fidyesi verilmez. Yine Malik der ki: Bu da diyet gibidir. Küçüğü ile büyüğü arasında bir fark yoktur. Malik'e göre keler ile cerboa karşılığında yiyecek olarak kıymetleri verilir. Medineliler arasından küçük av hayvanlarında ona muhalefet edenler olduğu gibi, küçük baş hayvanlarda, bir yaşında, büyükbaş hayvanlardan olan ineklerde üç, develerde de altı yaşını nazar-ı itibara almak hususunda ona muhalefet eden ve Hz. Ömer'in şu görüşü doğrultusunda kanaat belirtenler vardır: Tavşana karşılık dişi oğlak, cerboa'ya karşılık da dört aylık kuzu ceza verilir. Bunu, Malik de mevkuf olarak rivayet etmiştir.

 

Ebu'z-Zubeyr de Cabir'den, o, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: İhramlı bir kimse bir sırtlan öldürecek olursa, karşılığında bir koç, ceylan öldürecek olursa bir koyun, tavşan öldürecek olursa, dişi oğlak, cerboa öldürecek olursa da dört aylık bir kuzu (cefra) ceza verir. O dedi ki: Cefra, sütten kesilmiş olup ot yemeye başlamış olan kuzudur. Bir başka rivayette de şöyle denilmektedir: Ben, Ebu'z-Zubeyr'e: Cefra nedir, diye sordum, o da: Sütten kesilip atlamaya başlamış olan kuzudur dedi. Bunu da Darakutni rivayet etmiştir. (Darakutni, II, 247)

 

Şafii ise der ki: Devekuşuna karşılık bir büyükbaş hayvan, yavrusunda ise, sütten kesilmiş bir deve verilir. Yaban eşeğine karşılık bir inek, yaban keçisine karşılık ise, bir dana verilir. Çünkü, Yüce Allah, hılkat itibari ile misli olmasını hükme bağlamıştır. Küçüklük ve büyüklük ise birbirinden farklı olabilir. O bakımdan bu gibi durumlarda küçüğü ve büyüğü, diğer telef olan şeylerde olduğu gibi nazar-ı itibara almak gerekir.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu doğrudur, ilim adamlarımızın tercihi de budur. Onlar derler ki: Eğer, öldürülen av hayvanının bir gözü kör yahut bir ayağı topal veya kırık ise, ceza olarak verilecek olan benzeri davar da onun niteliğinde (bir gözü kör veya topal, ya da kırık) ise, mislinden oluş tahakkuk etmiş olur. Çünkü, bir şeyi telef eden, telef ettiğinden fazlası ile yükümlü tutulmaz. Delilimiz ise, Yüce Allah'ın: "Cezası ... öldürdüğü hayvanın benzeri ... dir" diye buyurmuş ve küçük ile büyük arasında herhangi bir ayrım 'gözetmemiş olmasıdır.

 

Yüce Allah'ın: "Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" buyruğu ise, mutlaklık dolayısı ile, kurban olabilecek, kendisine kurban denilebilecek türden olmasını gerektirir. Bu da, kurbanın tam ve eksiksiz olmasını gerektirmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

16- Av Hayvanlarının Yumurtaları Telef Edilirse:

 

Devekuşu yumurtasında, Malik'e göre büyükbaş hayvanın kıymetinin onda biri ceza olarak verilir. Mekke güvercinleri yumurtası karşılığında ise yine ona göre, bir koyunun kıymetinin ondabiri ceza olarak verilir. İbnü'l-Kasım der ki: Yumurtada yavru bulunması ile bulunmaması arasında yumurtanın kırılışından sonra yavru canlı olarak çıkmadığı sürece- değişen birşey olmaz. Şayet -yumurtadan canlı çıkarsa, o kuşun büyüğünün cezası gibi tam ceza ödemesi gerekir. İbnü'l-Mevvaz, adil iki kişinin vereceği hükme göre ceza verilir, demektedir.

 

İlim adamlarının çoğunluğu ise, her kuşun yumurtasına karşılık kıymetinin ceza olarak verileceği görüşündedirler. İkrime, İbn Abbas'tan, o, Ka'b b. Ucre'den, Peygamber (s.a.v.)'ın ihramlı bir kimsenin kırdığı devekuşu yumurtası hakkında, onun kıymetinin verilmesini hükme bağladığını rivayet etmektedir. Bunu da Darakutni rivayet etmiştir. (Darakutni, II, 247)

 

Ebu Hureyre'den de şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Herbir devekuşu yumurtasına karşılık ya bir gün oruç tutulur yahut bir yoksula yemek yedirilir." (Darakutni, II, 249)

 

17- Davarlardan Benzeri Bulunmayan Av Hayvanları:

 

Serçe ve fil gibi benzeri bulunmayan av hayvanlarına gelince, bunların et olarak kıymetleri yahut bunun dengi yiyecek verilir. Bunların avlanmalarından gözetilen maksatlar ise nazar-ı itibara alınmaz. Çünkü, misli bulunanlar hakkında nazar-ı itibara alınan husus, onun mislinin kurban edilmesidir. Şayet misli yoksa, o takdirde gasb ve benzeri hususlarda olduğu gibi, kıymet onun yerini tutar. Çünkü insanlar, bu hususta iki görüş benimsemişlerdir. Kimisi bütün av hayvanlarında kıymeti nazar-ı itibara alır ve kimisi de yalnızca davarlardan benzeri bulunmayan hayvanlar hakkında kıymet verileceğini kabul eder. İşte bu husus, aynı zamanda misli bulunmayan avlar hakkında kıymetin muteber olacağı üzerinde icmaı da ihtiva etmektedir.

 

Fil hakkında, denildiği ne göre, iki tane hörgücü bulunan büyük bir hedn devesi kurban edilir.

 

Hedn develeri ise Horasanda olup beyaz tüylüdürler. Şayet bu develerden hiç bulunamıyor ise, o takdirde onun kıymeti kadar yiyeceğe bakılır ve bu kadar yiyeceği yoksullara yedirmesi gerekir. Bu hususta yapılacak uygulama ise şöyledir: Fil, bir kayığa bindirilir. Bu kayığın suya ne kadar geçeceğine bakılır. Daha sonra fil kayıktan çıkartılır, kayığa filin indirdiği sınıra ininceye kadar yiyecek (buğday ve benzeri yiyecekler) doldurulur. İşte, yiyecek bakımından onun dengi budur. Şayet kıymetine bakılacak olursa, şüphesiz ki, kemikleri, dişleri dolayısıyla büyük bir değeri vardır. O takdirde fidye olarak verilecek yiyecek de artar. Bu ise bir zarardır.

 

18- Adil iki Kişinin Hükmü:

 

Yüce Allah'ın: "İki adil kimsenin hükmü ile ... " buyruğu ile ilgili olarak Malik, Abdulmelik b. Kurayb'den, o, Muhammed b. Sırın'den rivayet ettiğine göre, bir adam Ömer b. el-Hattab'a gelip şöyle demiş: Ben ve bir arkadaşım bir dağ yolu ağzına kadar iki atla yarıştık. İkimiz de ihramlı olduğumuz halde bir ceylan öldürdük. Görüşün nedir?

 

Ömer, yanındaki adama şöyle dedi: Gel de seninle beraber bu işe hüküm verelim. Hakkında bir keçi kurban etmesini hükme bağladılar.

 

Adam giderken şöyle diyordu: Şu Emiru'l-mü'minin olacak adama bakınız.

Yanına onunla birlikte hüküm vermek üzere bir başka adamı çağırmayıncaya kadar bir ceylan hakkında hüküm veremiyor. Ömer b. el-Hattab adamın bu sözünü işitince onu çağırdı ve el-Maide süresini biliyor musun diye sordu. Adam: Hayır deyince, bu sefer: Peki benimle beraber hüküm veren adamın kim olduğunu tanıyor musun, diye sordu, adam yine: Hayır deyince Hz. Ömer şöyle buyurdu: Eğer bana el-Maide Süresi'ni bildiğini söylemiş olsaydın, canını acıtacak kadar seni döverdim. Sonra şöyle dedi: Muhakkak Yüce Allah Kitabında: "İki adil kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" diye buyurmakta dır. Bu adam da Abdurrahman b. Avf'dır.

 

19- Hakemlerin ittıfak Etmeleri ve Görüş Ayrılıklarının Etkisi:

 

İki hakem ittifak edecek olursa, verdikleri hükmün yerine getirilmesi gerekir. el-Hasen ve Şafii böyle demiştir. Şayet ihtilaf edilirse onlardan başka hakem aranır. Muhammed b. el-Mevvaz der ki: İki hakemin görüşünden daha yüksek bir görüş olmaz. Çünkü bu, hakem tayini olmaksızın bir uygulama olur. Aynı şekilde eğer hakemler hükme bağlayacak olurlarsa, hılkat bakımından benzeri olan davarı bırakıp yemek yedirme cihetine gitmez. Çünkü, artık bu yerine getirilmesi gereken bir husus olmuştur. Bunu da İbn Şaban söylemiştir.

 

İbnü'l-Kasım ise der ki: Eğer avı öldürmüş olan kişi, öldürdüğü hayvanın davarı bırakıp benzerini hükme bağlamalarını istemişse, onlar da böyle yapmış iseler, o da bunu bırakıp yemek yedirme yolunu seçecek olursa, caiz olur.

 

İbn Vehb -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de, "el-Utbiyye" de şöyle demektedir: Hakemlik edeceklerin, avı öldüreni muhayyer bırakmaları sünnettir. Nitekim, Yüce Allah'ın onu: "Ka'be'ye ulaştıracak bir hayvan kurban etmektir, yahut keffareti, düşkünlere yemek yedirmektir veya bunun dengi oruç tutmaktır"dan birisini seçmekte muhayyer bıraktığı gibi.

 

Eğer o, kurban göndermeyi tercih edecek olursa, hakemler de kendi görüşlerine göre öldürdüğü av hayvanına denk düşecek yemek yedirme veya bunun dengi oruç tutmak ile öldürdüğü hayvanın dengi bir koyun olup olmamasını gözönünde bulundurarak hüküm verirler. Çünkü koyun, kurbanın asgarisidir. Şayet, öldürdüğü hayvanın dengi koyuna ulaşamıyor ise, o takdirde buna karşılık yemek yedirme hükmünü verirler, sonra da bu miktarı yoksullara yedirmesi, yahutta bunun yerine her bir müd karşılığında bir gün oruç tutması arasında muhayyer bırakılır. Malik de el-Müdevvene'de böyle demiştir.

 

20- Öldürülen Avlara Karşılık Geçmişte Belirlenmiş Cezalar Nazar-ı itibara Alınır mı?:

 

Hakkında adil kişilerin hüküm verdiği olsun olmasın, her meselede yeniden hüküm verilir. Şayet ashab-ı kiramın vermiş olduğu av hayvanlarının cezalarını kabul edip, onların hakemlikleriyle yetinecek olursa bu güzel bir şeydir.

 

Malik'ten rivayet olunduğuna göre, Mekke güvercinleri, yaban eşekleri, ceylan ve devekuşu müstesna, diğerlerinde yeniden adil kişilerin hükümlerine başvurmak gerekir. Bu dört hayvanda ise, geçmişteki seleflerin verdikleri hükümlerle yetinilir.

 

21- Avı Öldürmüş Olan (Canı) Hakemlik Yapabilir mi?

 

Avı öldürmüş olanın iki hakemden birisi olması caiz değildir. Ebu Hanife de bu görüştedir. Şafii: ise iki görüşünden birisinde şöyle demektedir: Cani, iki hakemden birisi olabilir.

 

Ancak bu, onun bir parça müsamahakarca verdiği bir hükümdür. Çünkü, ayetin zahiri bir cani ile iki hakemin ortada olmasını gerektirmektedir. Sayılardan birisini kaldırmak, zahiri ıskat etmektir, manayı da ifsad etmektir. Çünkü kişinin kendi lehine hüküm vermesi caiz değildir. Şayet bu caiz olsaydı, o takdirde kendisi bu iş için yeterli olur, başkasına da ihtiyaç olmazdı. Zira bu, kendisiyle Allah arasında vereceği bir hükümdür. Onun yanına ikinci bir kişinin katılması ise, bu hükmün bağımsız iki kişi tarafından verilmesi gerektiğine delildir.

 

22- Bir Topluluk Tek Bir Av Hayvanını Öldürürse:

 

İhrama girmiş bir topluluğun, tek bir avın öldürülmesine katılmaları haliyle ilgili olarak Malik ve Ebu Hanife: Bunların herbirisi tam bir ceza öder demektedir, Şafii ise şöyle der: Ömer ve Abdurrahman (r.a)'ın bu konudaki hükümleri dolayısıyla hepsine tek bir keffaret düşer.

 

Darakutni'nin rivayetine göre, İbn ez-Zubeyr'in azatlı köleleri, yanlarından geçen bir sırtlana asalarını fırlatıp atarlar. Sırtlana isabet ettirmeleri üzerine içten içe rahatsız olurlar. (Daha önce bir sahabiye sormuş, o da herbirinin ayrı birer keffarette bulunacağını onlara söylemişti). Sonra İbn Ömer'e giderek ona durumu anlatırlar, o da şöyle der: Hepinize bir koç düşer. Onlar: Herbirimize mi bir koç düşer, deyince o: Size böyle denilmek suretiyle gerçekten aleyhinize olmak üzere iş sıkı tutulmuş. Hepinize bir koç düşer, diye cevap verir. (Darakutni, II, 250)

 

Yine İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre, o, bir sırtlan öldürmüş bir topluluk hakkında: Hepsine bir koç düşer. Onlar bunu kendi aralarında paylaşırlar, demiştir. (Darakutni, II, 250)

 

Delilimiz ise, Yüce Allah'ın: "İçinizden kim onu bilerek öldürürse, cezası iki adil kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri ... bir hayvan kurban etmektir" buyruğudur. İşte bu, av öldüren herkese yönelik bir hitabtır. Avı öldürmeye katılanların herbirisi ise, tam ve eksiksiz bir canın katilidir. Buna delil de bir kişiyi öldüren bir topluluğun o kişi karşılığında öldürülmesidir. Eğer bu böyle olmasaydı onlara kısas gerekmezdi. Bu durumda bütün katillere kısas uygulamanın vücubunu, biz de, onlar da icma halinde söylemiş bulunuyoruz. O halde bizim dediğimiz sabit olmaktadır.

 

23- ihramlı Olmayanların Harem Bölgesinde Av Hayvanları Öldürmeleri:

 

Ebu Hanife der ki: Hepsi de ihramlı olmayan, harem bölgesinde bulunan bir topluluk, orada bir av hayvanı öldürecek olurlarsa, ihramlı kimselerin Harem bölgesi içerisinde veya dışında öldürmeleri halinin aksine tek bir ceza ödemekle yükümlü olurlar. Çünkü, (ihramlılar için) durumda herhangi bir farklılık olmaz.

 

Malik ise der ki: Onların herbirisi için tam bir ceza sözkonusudur. Bu da bir kimsenin Harem bölgesine girmekle birlikte ihramlı bir kişi olması esasına binaendir. Tıpkı bir kimsenin ihram için telbiye getirmesiyle ihrama girmiş kabul edildiği gibi. Bu iki fiilden herbirisi o kişiye, bir yasağın kendisine taalluk ettiği bir nitelik kazandırmıştır. Bu kişi de bu haliyle (yani avı öldürmesiyle) her iki halde de bu yasağı çiğnemiş olur.

 

Ebu Hanife'nin delili de, Kadı Ebu Zeyd ed-Debusi'nin zikrettiğine göre şöyledir: Buradaki sır şudur: İhramda cinayet ibadete karşı bir cinayettir. Onlardan her birisi ayrı ayrı kendi ihramına ait bir yasağı işlemiştir. İhramlı bir kimse Harem bölgesinde bir av hayvanını öldürecek olursa, öldürülmemesi gereken bir canı öldürmüş olur ve böylelikle bu, bir topluluğun bir canı öldürmesi gibi olur. O takdirde, onların herbirisi bir canı öldürmüş demek olur. Bu durumda da hepbirlikte kıymetini ortaklaşa öderler.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Ebu Hanife delil itibari ile bizden daha güçlüdür. Bizim ilim adamlarımız bu delili küçümserler ama, bizim için bundan ayrılmak zordur.

 

24- Ka'beye Ulaştırılacak Kurban:

 

Yüce Allah'ın: "Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" buyruğunun anlamı şudur: Her iki hakem de eğer kurban kesilmesi hükmünü verecek olurlarsa, bu kurbana hediye kurbanına uygulandığı gibi işaret koyma, gerdanlık koyma işlemleri yapılır ve Harem dışındaki bölgeden Mekke'ye gönderilir, o kurbanlık orada kesilerek orada sadaka olarak dağıtılır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" buyruğu bunu gerektirmektedir.

 

Burada nmayyen olarak kastedilen Ka'be değilir. Çünkü hediye kurbanı oraya ulaşamaz. Zira Ka'be Mescid-i Haramın içindedir. Maksat, Harem bölgesidir, bu hususta görüş ayrılığı yoktur.

 

Şafii de der ki: Gönderilecek hediye kurbanının mutlaka haremin dışındaki bölgeden gönderilmesi gereği yoktur. Çünkü, küçük av hayvanına karşılık, küçük hediye göndermek gerekir. O takdirde bu hediye Haremden satın alınır ve orada hediye olarak verilir.

 

25- ihramlıyken Avlanmanın Keffareti Olarak Yoksullara Yemek Yedirmek:

 

Yüce Allah'ın: "Yahut keffareti düşkünlere yemek yedirmektir" buyruğunda sözü geçen keffaret, avlanmanın keffaretidir. Hediye kurbanının yerine bir keffaret değildir. İbn Vehb der ki: Malik dedi ki: Av hayvanı öldüren kişi hakkında işittiklerimin en güzeli, o konuda avlanan aleyhine şu şekilde hüküm verilmesidir: Öldürdüğü av hayvanına kıymet biçilir. O değerde ne kadar yiyecek alınabileceğine bakılır. Her bir yoksula bir müd yedirilir, yahut her bir müd karşılığında bir gün oruç tutar.

 

İbnü'l-Kasım da Malik'ten naklen şöyle demektedir: Eğer öldürülen av hayvanına dirhem türünden kıymet biçilecek olursa, sonra da bununla yiyecek olarak ne alınacağı tesbit edilirse bu da onun için yeterlidir. Ancak doğrusu birincisidir. Abdullah b. Abdulhakem de onun gibi demiştir.

 

Yine, Abdullah b. Abdulhakem, Malik'ten şöyle dediğini nakletmiştir: Av öldüren, bu üç hususta muhayyerdir. Yani, ister maddi imkanı bulunsun ister bulunmasın, hangisini yaparsa onun için yeterlidir. Ata ve fukahanın cumhuru da bu görüştedir. Çünkü "veya, yahut" gibi anlamlara gelen; (...) muhayyerlik ifade eder.

 

Malik der ki: Şanı Yüce Allah'ın Kitabında keffaretler hakkında; şu veya şu denilen her hususta sahibi muhayyerdir. Bunların hangisini yapmak isterse yapabilir.

 

İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: İhramlı bir kimse, bir ceylan veya ona benzer bir hayvan öldürecek olursa, Mekke'de kesilmek üzere bir koyun kurban eder. Eğer bulamayacak olursa, altı yoksula yemek yedirir. Yine bulamayacak olursa üç gün oruç tutması gerekir. Şayet bir dağ keçisi veya onun gibi bir av hayvanı öldürecek olursa, bir inek kurban etmesi gerekir. Bulamayacak olursa, yirmi yoksula yemek yedirir. Eğer bulamayacak olursa, yirmi gün oruç tutar. Şayet bir devekuşu yahut bir eşek öldürecek olursa, büyükbaş hayvan kurban etmesi gerekir. Bulamadığı takdirde otuz yoksula yemek yedirir. Yine bulamayacak olursa, otuz gün oruç tutar. Yoksullara yemek yedirme miktarı ise, doymaları için herbirisine birer mud verilir.

 

İbrahim en-Nehai ve Hammad b. Seleme de böyle demişlerdir. Onlar derler ki: "Yahut keffareti yemek yedirmektir" buyruğu, kurban bulamadığı takdirde yemek yedirir, demektir. et-Taberi de İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: İhramlı bir kimse bir av hayvanı öldürecek olursa onun hakkında onun karşılığını ceza olarak vermesi hükme bağlanır. Eğer onun karşılığını bulabilecek olursa, onu keser ve sadaka olarak dağıtır.

 

Şayet, yanında onun karşılığını alacak para yoksa, karşılığına dirhem cinsinden kıymet biçilir. Sonra, dirhemlerle ne kadar buğdayalınacağı tesbit edilir. Ondan sonra da herbir yarım sa' karşılığında bir gün oruç tutar.

 

Yine İbn Abbas der ki: Yemek yedirmekle orucun durumu açıklanmak istenmiştir. Yemek yedirme imkanı bulamayan bir kimse, elbette onun karşılığını bulabilir. Bunu, ayrıca es-Süddi'den de senediyle kaydetmektedir. Fakat bu görüş, ayetin zahiri ile tearuz, çatışma, halindedir ona uygun düşmemektedir.

 

26- Öldürülen Hayvanın Kıymeti Ne Zaman Nazar-ı itibara Alınır?

 

İlim adamları, telef edilen hayvanın nazar-ı itibara alınacağı zamanı tesbitte farklı görüşlere sahiptir. Bir gurup, hayvanın telef edildiği gün nazarı itibara alınır derken, başkaları da bunun cezasını vereceği gün nazar-ı itibara alınır, demektedir.

 

Başkaları da; telef eden, hayvanı telef ettiği günden hükmün verileceği güne kadar iki değerden hangisi daha fazla ise onu yerine getirmek zorundadır, derler.

 

İbnü'I-Arabi ise der ki: Bizim ilim adamlarımız da onlar gibi ihtilaf etmişlerdir. Doğru olan ise, avı telef ettiği günkü kıymeti ödemekle yükümlü olduğudur. Buna delil de şudur: O hayvanın varlığı, aleyhine telef olunana ait bir hak idi Telef eden onu ortadan kaldırdığına göre, misli ile onu var etmek zorundadır. Bu da o hayvanı telef ettiği vakittir.

 

27- Öldürülen Av Hayvanının Keffareti Nerede Yerine Getirilir?

 

Eğer keffaret kurban şeklinde verilecekse, bunun mutlaka Mekke'de olması gerektiği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Yüce Allah: "Ka'be'ye ulaştırılacak bir hayvan kurban etmektir" diye buyurmaktadır.

 

Yemek yedirmek hususunda ise, Mekke'de mi olur, yoksa hayvanın öldürüldüğü yerde mi, olur hususunda Malik'in farklı görüşleri gelmiştir. Şafii, bunun Mekke'de olacağı görüşünü benimsemiştir. Ata ise der ki: Eğer ceza, kan (kurban) yahut yemek yedirmek şeklinde ise Mekke'dedir. Orucu da dilediği yerde tutabilir. Oruç hususunda Malik'in görüşü de budur, bu hususta görüş ayrılığı yoktur.

 

Kadı Ebu Muhammed Abdulvehhab der ki: Oruç müstesna, avlanma cezasından herhangi birisini Harem bölgeSi dışına çıkarmak caiz değildir.

 

Hammad ile Ebu Hanife ise derler ki: Kayıtsız ve şartsız olarak av hayvanını öldürdüğü yerde keffarette bulunur.

 

Taberi de şöyle demektedir: Mutlak olarak dilediği yerde keffarette bulunur. Ebu Hanife'nin görüşünün kıyas açısından izah edilir bir tarafı olmadığı gibi, bu hususta herhangi bir rivayette yoktur.

 

Dilediği yerde oruç tutar, diyenlerin görüşüne gelince, oruç, oruç tutana has bir ibadettir. O bakımdan diğer keffaretler dolayısıyla ve başka sebeplerle oruç tutmakta olduğu gibi her yerde olabilir.

 

Yemek yedirmenin Mekke'de olması gerektiğine gelince, çünkü yemek yedirmek, hediye kurbanına bedeldir veya onun benzeridir. Hediye kurbanı ise Mekke yoksullarının bir hakkıdır. Bundan dolayı onun bedeli veya benzeri de Mekke'de olmalıdır.

 

Her yerde olur, diyenlerin görüşüne gelince, onlar bu hususta hertürlü yemek yedirme ve fidyeyi nazar-ı itibara alırlar. O bakımdan bunun her yerde yapılmasını caiz kabul ederler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

28- Avlanma Keffareti Olarak Oruç Tutmak:

 

Yüce Allah'ın: "Veya bunun dengi oruç tutmaktır" buyruğunda geçen "Denk" kelimesinin "ayn" harfi üstün de esreli de okunabilir. Bunu, el-Kisai söylemiştir. el-ferra der ki: Bu kelimenin "ayn" harfi esreli okunursa onun cinsinden benzeri demektir. üstün okunursa, başka cinsten onun benzeri anlamına gelir. Bu görüş el-Kisai'den nakledilmektedir. O bakımdan, konuşma esnasında; "Yanımda senin dirhemlerinin dengi, benzeri dirhemler vardır" derken, "ayn" harfi esreli söylenir. Buna karşılık; "Yanımda senin dirhemlerine denk elbise vardır," denildiği zaman da "ayn" harfi üstün olarak söylenir. Ancak, el-Kisai'den sahih olan rivayet, her ikisinin de birer söyleyiş olduğu şeklindedir. Basralıların görüşü de budur. Orucun yemeğe denkliği ise, sayıdan daha yakın bir şekilde düşünülemez.

 

Malik der ki: Her mud için bir gün oruç tutar. İsterse bu iki yahut üç aydan fazlasına tekabul etsin. Şafii de bu görüştedir.

 

Bizim mezhebimiz alimlerinden Yahya b. Ömer de der ki: Bunun yerine şöyle denilir: Bu avla kaç kişi doyabilir? Böylelikle onla doyacak insan sayısını öğrenir. Sonra: Bu sayıdaki kişiye ne kadar yemek (buğday) yeter diye sorar. Ondan sonra dilerse bunu yiyecek olarak çıkarıp verir, dilerse bu yiyeceğin (buğdayın) mud miktarı kadar oruç tutar. Bu ise, ihtiyatı gözönünde bulunduran güzel bir görüştür. Çünkü kimi zaman av hayvanının yiyecek türünden kıymeti az olabilir. Bu uygulama ile yemek yedirme miktarı da çoğalmış olur.

İlim ehli arasından kimisi de ceza orucunun iki ayı geçmeyeceği görüşündedir. Bunlar derler ki: Çünkü iki ay keffaretlerin en üst sınırıdır. İbnü'l-Arabi de bunu tercih etmiştir. Ebu Hanife de (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) şöyle der: Rahatsızlık dolayısıyla oruç tutma fidyesi nazar-ı itibara alınarak, her iki mud karşılığında bir gün oruç tutar.

 

29- Bu Ceza Yaptığının Vebalini Tatması içindir:

 

Yüce Allah'ın: "Ta ki, ettiğinin vebalini tatmış olsun" buyruğunda yer alan "tatmak", istiare yoluyla kullanılmıştır. Yüce Allah'ın: "Tat. Çünkü sen, aziz ve kerim imişsin" (ed-Duhan, 49); "Allah da onlara açlık ve korku elbisesini tattırdı" (en-Nahl, 112) buyruklarında olduğu gibi. "Tatmak" ise, gerçekte tat alma duyu su olan dil ile olur. Burada tatmak, bütün bu buyruklarda istiare yoluyla kullanılmıştır. "Kim, Rabb olarak Allah'tan razı olursa, imanın tadını almış olur" hadisindeki tatmak da bu kabildendir.

 

Vebal; kötü akibet demektir. (Aynı kökten gelen): Vebil mer'a ise, yenilmesinden sonra rahatsızlık veren mer'a dır. Vebil yiyeyecek ise, ağırlık veren ve ağır gelen yiyecek demektir. Şairin şu mısraı da bu kabildendir: "Aşırı düşmanlık eden ve oldukça ağır bir yiyeceği andıran bir yaşlı adamın hanımı. .. "

 

Yüce Allah burada "ettiği" ile bütün halini ifade etmiştir.

 

30- Geçmişi Allah Affetmiştir. Tekrar Bu işe Dönenden de Allah intikam Alacaktır:

 

Yüce Allah'ın: "Allah geçmiştekileri bağışlamıştır" buyruğu, cahiliye döneminizde iken av hayvanını öldürmenizi bağışlamıştır, demektir. Bu açıklamayı Ata b. Ebi Rabah ile, bir topluluk yapmıştır.

 

Keffaret ile ilgili hükmün nüzulünden öncekileri bağışlamıştır, anlamında olduğu da söylenmiştir. "Fakat kim bir daha böyle yaparsa" yani, kim bir daha bu yasaklanan işi işleyecek olursa, "Allah ondan" keffaret ile "intikam alır. " "Allah ondan intikam alır" buyruğunun anlamı hakkında şöyle de denilmiştir: Yani, eğer bu işi helal belleyerek yapmışsa, Allah ahirette ondan intikam alır ve zahir hükme göre de keffarette bulunur.

 

Şureyh ile Said b. Cübeyr derler ki: İlk defasında onun aleyhinde keffaret hükmü verilir. Bir daha tekrarlayacak olursa, hakkında hüküm vermez, ona:

 

Git, Allah senden intikamını alacaktır, denilir. Yani, senin günahın keffaret ile bağışlanmaktan daha büyük bir şeydir. Tıpkı yalan yere kasti olarak yapılan yeminin (yemin-i facirenin) ilim ehlinin çoğunluğuna göre günahının büyüklüğünden ötürü keffaretsiz oluşu gibi. Veri ve takva sahipleri ise, keffarette bulunmak yoluyla Allah'ın intikamından sakınmaya çalışırlar.

 

İbn Abbas'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Böyle bir kimse bir daha tekrar bu işi yapacak olursa, ölünceye kadar sırtına kamçı vurulur. Zeyd b. el-Mualla'dan da rivayet olunduğuna göre, adamın birisi ihramlı iken bir av hayvanı öldürdü. Bu durumu affolunduktan sonra bir daha aynı işi tekrarladı. Bunun üzerine Yüce Allah gökten bir ateş indirdi ve o ateş o kimseyi yaktı. İşte bu da ümmet ve haddi aşan kimselerin masiyetten uzak durmaları için bir ibrettir.

 

Yüce Allah'ın: "Allah mutlak galiptir, intikam sahibidir" buyruğunda geçen "mutlak galip: aziz" buyruğu mülkünde güçlüdür. Kimse ona zarar veremez ve istediğini yapar, ona karşı konulamaz demektir.

 

"İntikam sahibidir", dilediği takdirde kendisine karşı gelenlerden, isyankarlardan intikam alır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 96

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR